Purple White: Sizi 1960’lardan günümüze yalnızca Alpay olarak tanıdık. Oysa ‘Nazikoğlu’ köklü bir soyisim. Mesleki kariyeriniz açısından bu tercihin özel bir nedeni var mıydı?
Alpay: Bilmem ki… Bu kuduar uzun bir isim, bir şarkıcı için cazip bir şey mi? Ayrıca köklerim müzikseverleri ne kadar ilgilendirir?
PW: Yedi göbektir İstanbullu bir ailenin çocuğu olarak Ankara’da doğup büyüdünüz. İlk, orta ve üniversite eğitiminizi Ankara’da tamamladınız. Hukuk fakültesi mezunu olmanıza rağmen neden sahneyi seçtiniz?
Alpay: Var olmayan birşeylerle uğraşmak, can sıkıcı değil mi? Ayrıca müzik çok daha heyecan verici bir uğraş.
PW: Bir dönem eğitim hayatınızla paralel giden futbol kariyeriniz de olmuş. Ankarademirspor, Gençlerbirliği ve Genç Milli Takım’da oynamışsınız. Ya sonra, devamı neden gelmedi?
Alpay: Kısıtlı bir yaşam yerine hayatı yaşamayı daha çekici bulduğum için olsa gerek. Ben parlak, özenilecek bir sporcu olmadım.Bir profesyonel için o iş ibadet gibi olmalı.
PW: Aslında, babanızın çocukken hediye ettiği ağız armonikası ile müzik kariyerinize başladığınız söylenebilir mi?
Alpay: Kuşkusuz öyle.
PW: Size “aşk şarkılarının adamı” deniyor, bu düşünceye katılır mısınız; şarkılarınızı yazar ve yorumlarken en çok beslendiğiniz, ilham aldığınız duygu aşk mıdır?
Alpay: Aşk, insanı diğer hayvanlardan ayıran tek duygu bence (denizatı hariç). Ayrıca hiç de eskimeyecek bir duygu…
PW: Neredeyse üç kuşak sizin şarkılarınızı dinliyor… Hem annelerin hem de kızlarının gönlüne ve beğenilerine hitap etmek nasıl bir duygu?
Alpay: Fevkalade hoş ve insanı hep delikanlı tutan bir duygu. Sorumluluklarının bilincinde olan bir insan için fevkalade teşvik edici, gurur verici…
PW: Türkiye’de belki 50’den fazla şarkınız bir numara oldu. Popüler kültürün ‘fast food’ tüketilen müzik piyasasında bir klasik olarak hâlâ zevkle dinleniyor oluşunuzu neye bağlıyorsunuz?
Alpay: Yaşayan şarkılar yapmaya… Günümüzde yapılan şarkıların çoğu, çok kısa süre içinde çöpe giden, bir daha da dinlenme gereksinimi doğurmayan şarkılar.
PW: “Kendi sevdiğim şeylerin toplumla da paylaşılmış olması bana hem gurur hem de büyük mutluluk veriyor.” diyorsunuz… Bazen toplumun paylaştığı duyguları da şarkılaştırıyorsunuz, Gezi Eylemleri sonrasında Ethem Sarısülük için yaptığınız beste gibi… Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Alpay: Toplumun yaşamına duyarsız kalmak olanaksız. Siz de o toplumun içinde yaşayan, sevinçleri olsun kederleri olsun doğal olarak duyumsayan bir birey olarak başka türlü davranabilir misiniz?
PW: İlk kez 1964 yılında, hukuk fakültesinin son sınıfındayken, Ankara’daki Büyük Sinema’da sahneye çıktınız. 2015 ve halen sahnelerdesiniz. Kabaca bir hesapla 50 yıldır Ankara’da sahne alıyorsunuz. Ankara dinleyicisinden uzak kalamayışınızın sebebi nedir? Bu anlamda Ankara sizin için ne ifade ediyor?
Alpay: Ankara,vazgeçilmezlerimi barıdıran bir kent. Yetmez mi?
PW: Müzisyen kimliğinizin yanı sıra “Eylülde Gel” adıyla bir anı kitabı yazdınız, ayrıca yağlıboya resimler yapıyorsunuz. Sanatın her üç dalıyla da ilgili olmak size neler hissettiriyor?
Alpay: Ben sanatçı olmaya çalışıyorum. O sıfatı taşıyabilmek için resimden de, edebiyattan da biraz anlamak gerekiyor. En azından ”ben sanatçıyım” diyebilmek için, tüm güzelliklerden etkilenmek gerekiyor.
PW: Müzik kariyerinizde dönüm noktası niteliğindeki albümünüzü, en beğendiğiniz albümünüzü ve sıradaki projenizi sorsak?
Alpay: Projeler bitmez, yeni proje demek yeni heyecan demektir. Yeni şeyler sizi de yeniler ve tazeler. Ancak söylenince sürpriz niteliğini yitirir 🙂 Müzik yaşamımında tek dönüm noktası yok. Rodrigo’nun Gitar Konçertosu’nun dünyada ilk kez vokalle uygulanması”Estrella Del Mar”, Ayrılık Rüzgarı, Fabrika Kızı, Eylül’de Gel, Hayalimdeki resim,hepsi benim için özel ve dönüm noktası niteliğindeler. Birine seçmek diğerlerinden vazgeçmek, büyük haksızlık olur. ve hatılayamayıp sayamadığım diğerlerinden de özür diliyorum…