Bodrum tatilinde arkadaşlarımla bir gün yemek yerken bayramda kısa bir yakın seyahat yapalım diye fikir çıktı. Arife günü akşamı otobüsle yola çıktık. Kavala’ya yakın Anastasia’nın yerinde sabah erkenden mola verdik. Tavuk suyu çorbası ve böreği meşhurmuş. Tabi bir de Kavala kurabiyesi. Buradan Halkidiki Adası’na doğru yola çıktık.
Halkidiki üç koydan ibaret küçük bir yarımada. Üç parmaklı ele benzeyen yarımada deniz ve kumdan yararlanmak isteyenler için ideal bir tatil koyu. Biz, tarihe Orta Makedonya olarak geçmiş, üç parmaklı yarımadanın en uzun koyunda bulunan kıyısına gittik. Sezon bittiğinden deniz kenarındaki tesisler kapalıydı. Hava da soğumuştu. Burada denize girme hayalimiz havada kalmış oldu. Selanik’te Aristotales Meydanı’nda gezdikten sonra, bizim Türk kahvesinin benzeri olan Grek kahve içerek dinlendik. İnsanlar kafelerde oturmuşlar, yazın son demlerinin keyfini çıkarıyorlardı, turizm sezonu kapandığından ve hava soğuk olduğundan çoğu dükkan kapalıydı. Akşama sahil kenarında mezeleri ve balığı güzel olan bir lokantayı tavsiye etmişti rehberimiz biz de o saate kadar otelde dinlendik…
Ertesi günü Atatürk’ün evini gezmeye gittiğimizde ben hayal kırıklığına uğradım. Bundan dört yıl evvel gittiğimde Atatürk’e ait özel eşyalar sergileniyordu. Restore yapılmaya başlandığında Türk yetkililer bütün eşyaları alıp Dolmabahçe Sarayı’nın deposuna kaldırmış. Evin içi bomboş, sanki hiç yaşanmamış gibi kalakalmıştı. Yalnızca duvarlarda barkovizyonla Atatürk’ün hayatını anlatan resimler ve yazılar yayınlanıyordu. Kavala’ya geldiğimizde burada kısa bir tur yaptık. Kavala, sahil kasabasını andıran küçük bir şehir. Yürüyerek her tarafını gezmek mümkün. Bu küçük kent, Osmanlı zamanında önemli kentlerden biriymiş. Kanuni döneminde şehre su kemeri yapılarak büyük bir katkı sağlanmış. Kavala’lı Mehmet Ali Paşa’nın anıtının olduğu tepeye çıktık. Eğer yolunuz Kavala’ya düşerse, heykelin karşısında bulunan küçük cafelerde Kavala manzarası eşliğinde kahve içmeyi ihmal etmeyin. Yunan Adaları’na gelinir de meşhur tavernalara uğramamak olmaz. Akşam saatlerinde, rehberimizin yönlendirmesiyle gittiğimiz taverna tam anlamıyla “Zorba” kitabında tasvir edilen tavernalardandı. Yunan müziği ve akdeniz mutfağı ile kendimizden geçerken, Yunan işi “tabak kırma” seramonisini de yerine getirmeyi ihmal etmedik. Taverna sahibi ile sıkı bir pazarlık sonunda sahnede tabak kırmak için ter döktük. Bu seramoni göründüğü kadar kolay değilmiş. Yunan Zeybeği, onların deyimiyle sirtaki ile taverna maceramızı şanıyla tamamladık. Şunu eklemeden geçemeyeceğim, Yunanlıların mutlulğunun sırrı tabak kırmakta olabilir. Bir meditasyon yöntemi olarak çok işe yarayan bu gelenek insanı ciddi anlamda rahatlatıyor. Ertesi günü Thassos Adası’na gitmek için feribota bindik. Ada’ya gidiş 45 dakika sürüyor ancak yolun ve vaktin nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Feribotun ardına takılmış martıların dansı sizi büyülüyor adeta. Thassos Adası Yunanistan’ın en büyük adalarından biriymiş. Sezon kapanmasına rağmen, adanın doğal güzelliğine aldanıp gelen turist sayısı azımsanamayacak sayıdaydı. Balık restoranlarındaki leziz balıklarından tutun da kumu ve denizine kadar huzurlu bir tatil geçirmek isteyenler için ideal bir ada Thassos. Bu güne kadar Kavala ve Selanik Adaları’na seyahat etmeyenler için, bu geziyi bir ege sahil kasabasına benzeterek özetleyebilirim. Sadece konuşulan dil farklı bu şehirlerde, böyle olması da çok normal değil mi? Yüzyıllardır yan yana koyun koyuna yaşadığımız ve birbirimize baka baka karardığımız bir millet değil mi Yunanlar? Ancak bir farkla, bu toprağın insanı olan Yunan kardeşlerimiz hayattan keyif almayı bizden daha iyi biliyorlar.
Sevgiyle ve geziyle kalın…
Gezgin
Sema BÜYÜKSIVACI