Purple White: Tiyatro ile ilgilenen, oyuncusundan izleyicisine kadar, herkes için tiyatro bir tutku diyebiliriz. Peki sizdeki bu tutku ne zaman kendini gösterdi? Ne zaman bu dünyanın içinde olmalıyım dediniz?
Engin Alkan: Çok küçük yaşlardan beri seyirci sıralarından takip ettiğim tiyatronun lise yıllarım sırasında bir karara dönüşmesi ve sonradan mesleğim haline gelmesi içsel bir varoluş hikayesidir aslında. Hayatı “oyun yoluyla” kavrama ve öğrenme çocuklukta başlayan ve her insanda var olan bir içgüdüdür. Kimileri hayatın ciddi sorunsalları, çelişkileri ve realitesi karşısında bu içgüdüyü öldürmeden hatta onu bir kavrayış biçimi olarak seçerek yollarına devam eder. Sanat yapma ve yaratma tutkusunun en altta yatan temel nedenlerinden biri olan bu durum benim süreçlerimin de öyküsüdür aslında.
PW: İstanbul Şehir Tiyatroları’nda pek çok oyunda oyuncu, yönetmen ve rejisör olarak yer aldınız. Bugünlerde İstanbul Şehir Tiyatroları olarak Şekerpare’yi tiyatro sahnesinde izleme imkanını bizlere sunuyorsunuz. Şekerpare’yi tiyatro sahnesine uyarlama fikri ilk olarak nereden çıktı?
EA: Şekerpare sekiz yıl önce İstanbul Efendisi ile başlayan Şark Dişçisi, Huysuz gibi oyunlarda da karşılığını bulan Halk Tiyatrosu ve Modern Tiyatro’yu sentezleme arzumun devamı niteliğinde bir çalışma. Arzu Film etiketinden çıkan Ertem Eğilmez-Yavuz Turgul imzalı 70’li ve 80’ li yıllara damgasını vuran pek çok filmin tadı bu gün hala damağımızdadır. Bu filmlerle yakalanan toplumsal mutabakat ve bu topraklara ait özgün dilin tiyatral tadı hep ilgimi çekmiştir. Şekerpare beş altı yıldır aklımda olan bir projeydi.
PW: Şekerpare’nin gördüğü ilgiden memnun musunuz? Ya da genel olarak tiyatroya gösterilen ilgiden memnun musunuz?
EA: Aylık olarak satılan biletlerin tamamı satışa çıktığı hafta tükendi. Seyirci oyunları büyük bir coşkuyla alkışlıyor. Aldığımız eleştiriler ve sosyal medya paylaşımları da çok olumlu. Bundan memnun olmamak mümkün mü? Tiyatroya genel anlamda gösterilen ilgi son yıllarda artmış gibi görünse de ülke ve kent nüfusun yoğunluğuyla bakarak çıkartılan toplam seyirci sayısı hala tiyatronun gelenekselleştiği pek çok ülkeden çok geride.
PW: Şekerpare’nin şöyle bir özelliği var. Yayınlandığı dönemde de günümüzde de karakterler bize yabancı değil. İzlediğimizde “evet böyle adamlar var” diyebiliyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz? O günlerden bu güne bir arpa boyu yol gidemedik mi? EA: İnsan uygarlığı bir arpa yol alabildi mi ki? Bu soruya program dergisi için kaleme aldığım yazıda değinmiştim. O bölümü aktarıyorum. “…Aydınlanma Çağından bu yana geçen yüzyıllarda insanlık baş döndürücü bir hızla ilerlerdi. Bilimde ve teknolojide insan aklının sınırlarını zorlayan yeni buluşlara, insanın doğaya üstünlüğünü kanıtlayan ilerlemelere her an bir yenisi eklendi, eklenmekte. Ne var ki bilişim, ulaşım, uzay, genetik, tıp ve savaş teknolojilerinin ulaştığı baş döndürücü menzilde MEDENİYET’in bir arpa boyu yol aldığını söylemek mümkün görünmüyor. Karanlık çağlardan bu yana insanlık ne savaşları durdurabildi, ne cinayetleri, ne tecavüzleri… Her coğrafyada ezilen, acı çeken, emeği sömürülen, yaşadığı günün endişesi içinde, yarınından umudu kesmiş insanlar topluluğuyuz…”
PW: Yine Şekerpare’den bir soru. Şekerpare özünde bir aşk hikayesi. Olay örgüsünde yaşanan bu aşk tamamen saf duygulardan oluşuyor. Sizce böyle aşklar gerçekte de var mı yoksa sadece filmlerde ve oyunlarda mı kaldı?
EA: İnsanoğlunun çağa uygun hale getirdiği çıkarlarına, egoizmine ve faydacılığına karşı çok çetin bir savaş vermekle birlikte böyle aşklar gerçekten var ama çok azlar. Zaten az oluşları onları bu denli kıymetli yapıyor. Şuna inanırım: ebeveyn içgüdüleri dışında aşk bir insanın diğerinin varlığı adına kendini tali kılabildiği ve buna tahammül edebildiği tek gerçeklik hali. Bu bağlamda aşka kendini teslim etmiş her insan çok kıymetlidir.
PW: Ziver ve Cumali’nin arasında yaşananlara gelecek olursak, aslında etrafımıza baktığımızda bu kişiliklerin çatışmalarını sık sık görüyoruz.
EA: Her haksızlık kendini gerçekleştirebileceği bir iyilik söylemine bürünür aslında. Kişi “haksızlık yapacağım” diye yola çıkmaz. İnsan hep kendinden taraftır ve mutlaka haksızlığı haklı kılacak veya akılcılaştıracak bir söylemi cebinde tutar dahası ona inanır. Bu durum insanlık kadar eskidir ve belki de bu çelişki insan olmanın kaderidir. Bu durumu dengeleyecek olan toplumların adalet sistemleridir. Bu sayede insanlar daha az tahribat görür hale gelebilir. Yani haksızlığın panzehiri güçlü bir adalet mekanizmasıdır.
PW: Biraz da sizden bahsedelim dilerseniz. Engin Alkan tiyatronun dışında aynı zamanda film ve dizilerde de yer almış bir oyuncu. Bu güne kadar keşke bitmeseydi dediğiniz bir dizi projeniz oldu mu?
EA:Reyting kurbanı olmuş her iş için söylenebilir.
PW: Dizilerden söz açılmışken, günümüzde dizi sektörü ciddi anlamda bir endüstriyelleşmeye doğru gidiyor. İzleyicilerin bir kısmı, kaliteli dizi olmadığından yakınıyor. Kaliteli dizilerden saydıkları projeler de ya yayından kaldırılıyor ya da sansüre maruz kalıyor. Sizin bu konudaki düşünceleriniz nedir? Bu durumun sebebini neye bağlıyorsunuz?
EA: Meslek birlikleri ve sendikaların taleplerini dışlayan yayın politikaları ve sadece kanalların ve yapım şirketlerinin ihtiyaçlarına göre oluşan yasal düzenlemeler bu yozlaşmanın en büyük sebebidir.
PW: Oyunculuğunuz dışında bir de seslendirme yapıyorsunuz. Sesinizle pek çok karaktere can verdiğiniz gibi hayranı olunan yabancı karakterlerin de dilimizde konuşmasını sağlıyorsunuz. Şirin Baba’dan Yüzüklerin Efendisi’ndeki Sam’e kadar pek çok karakteri seslendirdiniz. Peki en keyif aldığınız karakter hangisiydi?
EA: Senaryosu dilimize iyi çevrilmiş, düzgün stüdyo koşullarında çalışabildiğim, hakkımın maddi karşılığını alabildiğim tüm seslendirmelerimden çok keyif aldım.
PW: Son olarak hayatımız üzerindeki bu denli yoğun bir baskıyı, her alanda ardı arkası kesilmeyen sansürleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunların son bulması için ne yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz?
EA: Siyasette, sanatta, eğitimde ve sosyal alanlarda bir rönesans yaşanması gerektiğini düşünüyorum.